31 Ekim 2016 Pazartesi

Kısa Bilgi - Fish and Chips / Balık ve Patates Kızartması Kültürü





    Birleşik Krallık'ın eski başbakanlarından Sir Winston Churchill’in ‘fish and chips’i (balık ve patates kızartması) “iyi arkadaşlar” olarak tanımlaması ünlüdür. 





    


    2010’da Independent gazetesinin yaptığı bir ankette, ‘fish and chips’ Birleşik Krallık'ın sembolü olarak değerlendirilme bakımından Kraliçe’yi ve Beatles’ı geride bırakmıştı. Hatta bu yemeğin sanayileşmeyi güçlendirdiği ve devrimi önlediği bile söylenir.

    Birleşik Krallık'ta her yıl 229 milyon adet balık filetosu satılıyor. Bunlar unlu bir bulamaca batırılarak yağda kızartılır ve patates kızartmasıyla birlikte yenir. Britanyalılar bu yemeği en çok gazete kâğıdına sarılı olarak almayı sever.

    Tarihçiler ilk ‘fish and chips’ dükkanının Londra’da açıldığını söylüyor. Bu yemeğin tüm halkın yemek kültürüne girmesini sağlayan ise kentin işçi sınıfı olmuştur. Bugün hala ayakta olan en eski ‘fish and chips’ dükkânı da Londra’dadır: Kentin en ünlü turistik merkezlerinden biri olan Covent Garden’daki Rock and Sole Plaice 1871’den beri çalışıyor.






   

     İlk ‘fish and chips’ dükkânı ise Londra’nın doğusunda East End olarak bilinen ve Bethnal Green ile Bow arasındaki bölgede açılmış. Joseph Malin adlı genç, ailesindeki halı dokuyuculuğu mesleğinden saparak patates kızartmasıyla aile bütçesine katkıda bulunmak istemiş. 13 yaşındaki Malin, yakındaki bir dükkandan aldığı kızarmış balıkları kendi yaptığı patates kızartmasıyla birlikte boynuna asılı bir tablada satmaya başlamış. Ta ki 1860’da kendi dükkanını açıncaya kadar. Bu ilk ‘fish and chips’ dükkanı 1970’lere kadar açık kalmış.

    Fakat Malin’in hikâyesine karşı çıkanlar da var. Londra’nın 500 km kuzeyindeki Lancashire halkı ise ilk dükkânı kendi kentlerinden John Lees adlı kişinin 1863’te Manchester’da bir semt pazarında ahşap kulübe şeklinde açtığını iddia ediyor.

    ‘Fish and Chips ve Britanya İşçi Sınıfı’ adlı kitabın yazarı Profesör John K Walton, 1860’larda birçok yerde ‘fish and chips’ dükkânının art arda açıldığını, hangisinin ilk olduğunun bilinmediğini belirtiyor.

    Balık ve patates kızartmasının ayrı ayrı geçmişleri ise çok daha eskilere dayanıyor. 16. yüzyılda Portekiz ve İspanya’dan kaçan Yahudi mülteciler Londra’ya kendileriyle birlikte balık kızartmasını da getirdiler. O dönemde ve sonrasında balık kızartmasına daha çok ekmek ve fırında patates eşlik ediyordu.

    Tarihçiler patates kızartmasının kökenini ise 1680’lerin Belçika’sına kadar götürüyor. Meuse Nehri donup da balık kıt hale gelince, ev kadınları balık yerine patates kızartması koyuyordu aile sofrasına. 1830’larda patates kızartması artık Londralı yoksulların yemek listesine yerleşmiş durumdaydı. Britanya'da ki ilk patates kızartması dükkânı 1860’ta Oldham’da açılmıştı.

    1870’lerde Sanayi Devrimi’nin icatları günlük hayata daha fazla girmeye, buharla çalışan tekneler sayesinde Kuzey Denizi’nin balıkları bol miktarda Londra’ya akmaya başlayınca ‘fish and chips’ dükkânları da çoğaldı. Fabrika ve dokuma işçilerinin ucuz ve besleyici yemek kaynağı haline geldi. 1910’da İngiltere çapında 25 bin olan ‘fish and chips’ dükkânının sayısı 1927’de 35 bine tırmanmıştı. Bugün ise bu sayı 10 bin civarında seyrediyor.

    Bu yemek Britanya mutfağında öyle köklü bir yer edinmişti ki İkinci Dünya Savaşı sırasında karneye bağlanmayan ender yiyeceklerden biri olmuştu. Hükümet, savaş gibi zor bir dönemde halkı sevdiği bir yemekten mahrum bırakmamanın morali yüksek tutmaya yararı olacağına inanıyordu.

    ‘Fish and chips’ bugün de Britanya mutfağının vazgeçilmezlerinden biri olmaya devam ediyor.


 Kaynakça:
 http://www.bbc.com/travel/story/20130409-chipping-away-at-the-history-of-fish-and-chips/

28 Ekim 2016 Cuma

I. Dünya Savaşı ve Britanya - Bölüm 2: Savaşın İlk Yılı 1914





    1914 Yılı patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Devletler, barışı bir seçenek olarak görmedikleri gibi savaşı zorunluluk olarak görüyorlardı. İttifaklar tamamlanmış, planlar yapılmıştı. Sadece küçük dahi olsa bir sebep, bir provokasyon bekleniyordu.







    Beklenen sebep, sanıldığının aksine Almanya-Fransa üzerinden değil, Balkanlar'dan geldi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliaht Prensi Arşidük Ferdinand 28 Haziran 1914'te, Saraybosna'yı ziyareti sırasında Sırp Milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından vurularak öldürüldü.

    Avrupa aradığı sebebi bulmuştu. 

    (Bkz: I.Dünya Savaşı ve Britanya - Bölüm 1: Savaşın Öncesi)



Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Arşidük Franz-Ferdinand

    Arşidük Ferdinand'ın öldürülmesi haberi tüm Avrupa'yı şoke etse de ülke yönetimleri bunu bekliyordu. Britanya istihbarat servisi olan Secret Intelligence Service / Gizli Haberalma Servisi, Londra'ya 1913 yılından itibaren bir Sırp ayaklanmasının yakında olduğu bilgisini gönderiyordu. 

    Şubat 1914'de, SIS'in lideri Sir Mansfield Smith-Cumming'in, hükümete bildirdiği 'Balkanlar' raporunda; Sırp Milliyetçilerinin, Habsburg Hanedanına yönelik bir saldırı düzenleneceği bildiriliyordu. 


Sir George Mansfield Smith-Cumming. Britanya İstihbaratının modernleşmesinde ki en önemli isimlerden oldu.


    
   Ardından bunun gibi raporlar çoğaldı fakat Kraliyet Hükümeti'nin bu suikasti tetiklediğine dair bir kanıt yoktur. Ayrıca SIS'in Balkanlar'da ki gücü 1914 yılında ciddi anlamda kırıldı. Bunun sebebi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun, SIS'in Çek azınlığı kışkırttığına dair somut kanıtlar elde ettiği iddiasıyla güçlü bir kontra-espiyonaj yapmasıydı.

    Her durumda bu suikast ülke yönetimlerinde beklenen bir 'işaret fişeği'ydi.

    Viyana, Arşidük'ün öldürülmesinden açık bir şekilde Sırbistan'ı sorumlu tuttu ve çok ağır bir nota kararı aldı. Fakat Rusya'nın beklenen tepkisi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu Almanya'dan destek almaya mecbur kıldı.

    İki dışişleri bakanlığı 4-22 Temmuz tarihleri arasında görüşmeler yaptı. Almanya savaş saatinin geldiğini anlamıştı. Yapılan görüşmelerin ardından Sırbistan'a ağır nota verildi.

    Bu notada, Sırbistan'ın eylemi kınanıyordu. Eğer Sırbistan bu eylemin arkasında değilse, 1 ay içerisinde ordusunu terhis etmeli, topraklarının bir kısmını doğrudan, Avusturya-Macaristan'a bırakmalı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu askerlerinin ülkeye girmesine izin vermeli, Kralın tahttan feragat ederek, monarklığa Habsburg Hanedanından birinin getirilmesini derhal kabul etmeliydi.

    Elbette tarihte böyle bir nota görülmemişti ve bu notadan çok bir savaş sebebiydi. Sırbistan notayı sert bir dille reddetti. 



Sırbistan Krallığı Kralı Peter-I. Avusturya-Macaristan notasına çok sert ayrı bir bildiri ile cevap vermişti.


    48 saat sürenin ardından, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan'a savaş ilan ettiğini duyurdu.

    30 Temmuz'u 31 Temmuz'a bağlayan gece, Rusya İmparatorluğu İmparatoru Çar Nikolay-II, genel seferberlik ilan etti. Bu karar alınmadan önce Rusya da, Britanya ve Fransa elçilerinden destek almıştı. 

    1914 yılının Nisan ayında Almanya, Rusya'nın genel seferberlik ilanını açık bir savaş nedeni olarak göreceğini deklare etmişti ve Rus seferberliği haberi, Rusya'nın Almanya Büyükelçisi tarafından teyit edilince, 1 Ağustos 1914 Tarihinde Rusya'ya savaş ilan etti.

    Birleşik Krallık gelişmeleri yakından takip etti ve tüm müttefiklerine 'Bağımsızlık Garantisi' verdi. 1 Ağustos'ta tüm sivil gemiler, donanmanın emrine alındı. Kraliyet Hükümeti, Almanya'ya ve Avusturya-Macaristan'a protesto notaları gönderdi. 3 Ağustos'ta 'Savaş Ekonomisi' yasası parlamento da onaylandı ve bir savaş kabinesi kurulması kabul edildi. 



Lord Henry Herbert Asquith. Nisan 1908 - Aralık 1916 Tarihleri arasında Birleşik Krallık Başbakanı.


    Fransa, 1 Ağustos'ta genel seferberlik ilan etti ve Almanya'ya olan tüm sınır kapılarını kapattı. Ayrıca sert bir protesto notası gönderdi.

    Almanya buna karşılık olarak 2 Ağustos'ta Lüksemburg'a, 3 Ağustos'ta Fransa'ya savaş ilan etti. 

    Alman Genelkurmay'ı, daha önce tasarladığı Schlieffen Planı'nı uygulamaya koydu. Bu plana göre Almanya, Rusya ve Fransa ile iki cephede savaşması kaçınılmazdı. Böyle bir savaş Almanya için zorlayıcı olacaktı ve hatta yenilgi ile sonuçlanabilirdi. İki cepheli savaş yerine, Almanya, Rus cephesinde daha küçük birlikler bulunduracaklardı. Rus Ordusu tarihin her döneminde büyük ama yavaş ordularla hareket etmişti. Ayrıca, Rus Ordusu Almanya'ya karşı harekete geçmeden önce, öncelik olarak Avusturya-Macaristan kuvvetleri ile karşılaşması gerekiyordu. Alman Ordusu'nun bu durumlardan sonra ciddi bir şekilde Rus Ordusu ile karşılaşması için 90-100 günlük bir süre hesaplandı.

    İşte Almanya, Schlieffen Planı'nın bir parçası olarak, tam bu noktada 39 gün içerisinde Fransa'yı saf dışı bırakacaktı. Bunun içinde kuvvetli istihkamlı Alsace-Lorraine bölgesine saldırmak yerine, Flanders düzlükleri (Belçika) üzerinden geçerek Fransa'yı kuzeyden işgale başlayacaktı. Alsace-Lorraine bölgesinde ise sahte bir saldırı yapılacak ve hemen ardından ufak bir geri çekilme ile birlikte savunma yapılacaktı. Kuzey saldırısı karşısında Fransız Ordusu kuvvet kaydıracak ve bölünecekti. Eğer Fransızlar kuvvetlerini bölmezse, ordunun bir kısmı Paris'i alacak, esas kısmı ise Fransız kuvvetlerini arkadan kuşatacaktı. 

    Plan bizzat Alman Genelkurmay Başkanı Feld Marshall Alfred von Schlieffen tarafından tasarlanmış ve askeri çevrelerce kesin kabul görmüştü. 



Feld Marshall Alfred von Schlieffen.


    Lakin planın ilk aksiliği Feld Marshall Alfred von Schlieffen'in Ocak 1913 yılında hayatını kaybetmesiydi. Von Schlieffen'in, göre planın en önemli noktası Britanyalılara karşı sağ kanadın tutulmasıydı. Bu o kadar önemli bir noktaydı ki, General Erich Ludendorff'un hatıralarına Von Schlieffen'in son sözlerinin 'Unutmayın, sağ kanadı her zaman güçlendirin' olduğunu yazdı. 

    Planın uygulaması ise Almanya için tam bir başarısızlık oldu. Bir grup askere göre, Belçika savaş ilan edilmeksizin derhal işgal edilerek plan uygulanmaya konmalıydı diğer bir gruba göre ise Belçika'nın tarafsızlığı ihlal edilmemeli önce, ordunun geçiş izni istenmeli buna bir cevap verilmezse veya reddedilirse savaş ilan edilmeliydi. 

    30 Temmuz - 3 Ağustos tarihleri arasında Alman Genelkurmay'ı bu mesele üzerine yoğunlaştı. Ardı ardına gelen savaş ilanları, İmparator Wilhelm'i bizzat harekete geçirdi. 3 Ağustos günü, Belçika Kralından geçiş izni istedi.

    Belçika Krallığı Kralı Albert-I, günümüzde dahi Belçika'nın en uç siyasi düşüncülerine sahip olanlar için bile saygı duyulan bir isimdir. Tahta çıktığında Kongo'nun durumun iyileştirilmesi, halkla olan sıcak diyaloğu ve savaş sırasında ordusunun başında bulunarak, Marshall-King / Mareşal Kral olması, Kral Albert-I tarihin en başarılı monarklarından biri yaptı. 



Belçika Krallığı Kralı Albert. Avrupa'nın ve Dünya Tarihi'nin, klasik 'Kurtarıcı-Asker Kral' geleneğinin son temsilcilerindendi.

    İmparator Wilhelm'in isteğini kesin bir dille reddetti ve seferberlik ilan etti. Ayrıca bizzat Birleşik Krallık Kralı George-V, daha önce hükümetinin verdiği garantiyi yeniledi. Aynı gün Birleşik Krallık hükümeti de, Belçika'ya güvence verdi. 

    Yine aynı gün Britanya Ordusu'nun öncü birlikleri gemilere binerek Belçika'ya doğru yola çıktı.

    Almanya için yapılacak birşey kalmamıştı. Yeteri kadar zaman kaybedilmişti. 4 Ağustos'ta, Alman Ordusu, Belçika'ya girdi.

    4 Ağustos 1914 Tarihinde Birleşik Krallık, Almanya ve Avusturya-Macaristan'a savaş ilanında bulundu. 

    Birleşik Krallık savaşa hazırdı. Savaş ekonomisi planı olduğu gibi uygulandı. Şirketler, askeri fabrikalara işçi verdi, kadınlar askeri fabrikalara alındı. Ordu seferberlik emri yayınlandı. Gıda, ilaç ve giyecek malzemelerinde orduya öncelik veren geçici yasa çıkarıldı. 

    Karaborsacılığı, casusluğu, toplumsal olayları engellemek ve kaos ortamını önlemek amacıyla olağanüstü hal yasası çıkarıldı ve polis kuvvetlerine geniş yetkiler verildi.

    Savaş Kabinesi hemen kurulamadı. Bunun yerine Başbakan Asquith, muhalefetten önemli isimleri kabineye aldı. Savaş Kabinesi 1915 yılında kurulacaktı. Fakat bu hükümette savaşın başında planlı ve koordine hareket etmeyi başardı.

    Britanya Ordusu, Ağustos ayında 300.000 gönüllü erkeği, Eylül ayında ise 450.000 gönüllü erkeği silah altına aldı. Ülke de küçüklü-büyüklü 218 asker alım merkezi kuruldu. Eğitim birliklerinin sayısı ise 34'tü. Bu sayı savaş sonunda 73'e çıkacaktı. 

    Asker alım, savaş ekonomisi, günlük hayatın şekillendirilmesi ve cephede ki savaş, önceden planlandığı gibi gitti. Kral ve hükümet uzun süreli bir savaş beklemese de uzun süreli bir savaş planı yapılması ve uygulamaya konması savaş sırasında, Birleşik Krallık'ı en organize ülke yapacaktı. 

    Alman Ordusu, General Alexander von Kluck ve General Karl von Blöw komutasında Belçika'ya girdi. Liege'ye doğru yönelen Alman ordusu 5 Ağustos'ta şehrin girişine saldırdı. Plana göre şehrin 12-13 Ağustos'ta alınması gerekiyordu. 



Schlieffen Planı


    
    Fakat, Kral Albert-I ordu komutasında bizzat bulunuyordu ve Belçika Ordusu eşi benzeri görülmemiş bir direniş gösterdi. Kralın direniş harekatının amacı, Fransız ve Britanya kuvvetlerini olabildiğince çabuk bölgeye gelmesi amaçlıydı. 

    Alman Ordusu 2-3 günlük bir gecikme ile Liege'yi aldı fakat Belçika Ordusu her yerde direnmeye devam etti. Almanlar 20 Ağustos'ta Brüksel'e girdi. Aynı gün almayı planladıkları Namur'u ise 23 Ağustos'ta aldı. 

    Belçika hükümeti, Fransa'nın Le Havre bölgesine gitti. Fakat Kral Albert-I, ülkeden ayrılmayı reddetti ve ordusunda ki tüm kuvvetleri ile Belçika'nın güney-batısındaki Ypres kentine çekildi ve burayı 'kale' ilan etti. 

    Kral Albert-I'in bu direnişi savaşın daha başından tüm seyrini değiştirdi. Direniş karşısında Almanların planı 5-7 gün aksamıştı ve bu sürede Feld Marshal Sir John French komutasında ki British Expeditionary Force / Britanya Seferi Kuvvetleri, Mons'a gelmişti.




Britanya Seferi Kuvvetleri Komutanı Feld Marshall Sir John French

    Britanya Ordusu bir karşı taarruzla Almanları durdurmayı planlasa da Almanlar geç kalan planı telafi etmek üzere ilerleyişlerini hızlandırdılar.

    23 Ağustos 1914'te, Britanya ve Alman kuvvetleri ilk kez karşı karşıya geldiler. Sabah 8'de başlayan Mons Muharebesi her iki taraf için de zorlu oldu. Almanlar da, Britanyalılar da saldırı halindeydi. Her iki tarafında 2000'e yakın kaybı oldu.

    Alman Birliklerinin takviye edileceğini gören Sir John French, 24 Ağustos gecesinde geri çekilme emri verdi ve bu tarihten sonra tarihe 'Great Retreat / Büyük Ricat' olarak geçen süreç başladı.

     26 Ağustos 1914 Tarihinde, Britanya kuvvetlerini takip eden Alman kuvvetleri, Le Cateau bölgesinde yeni bir saldırı başlattı. Feld Marshall Sir Horace Smith-Dorrien komutasındaki Britanya Ordusu da, Alman saldırısına karşı-taarruzla cevap verdi. 

    Fakat akşam saatlerine doğru Britanya kuvvetleri ve takviye amaçlı bölgeye gelen az sayıda Fransız kuvvetleri geri çekildi. 




Le Cateau'dan çekilen Britanya kuvvetleri


    Yine aynı gün Grand-Fayt bölgesinde, Britanya-Fransız kuvvetleri Almanlar tarafından pusuya düşürüldü. Müttefik kuvvetler büyük bir kayıp vermeden geri çekilmeyi başardı.

    27 Ağustos 1914'te Alman Ordusu, Müttefik Kuvvetlerinin geri çekilme harekatının düzenli bir çekilme olduğuna karar vererek kuvvetleri, Etreux'da çembere almaya denedi. Alman generaller Von Kluck ve Von Bülow'un da bizzat cephede bulunmasıyla gerçekleştirilen saldırı, daha ilk aşamasında başarısızlığa uğradı. Daha ileri de ki müttefik topçu kuvvetinin ateşi ve Britanya Ordusu'nun çember harekatı düzenleyen Alman tümenini kesmesiyle harekat Almanlar için başarısızlıkla sonuçlandı.

    Bu muharebe ve Cerizy şehrinde Almanların başarısız bir denemesinden sonra, Müttefik kuvvetleri ile Almanların arasında ki mesafe açıldı. Böylece Britanya-Fransız kuvvetleri mevzilenmek için altın zaman kazandı.

    1 Eylül 1914 Tarihinde Sir Dorrien aradaki farkı açmak ve zaman kazanmak amacıyla Nery'de bir sahte karşı-taarruz düzenledi. Alman Kuvvetleri bunu beklenen karşı-taarruz olarak görmesiyle harekete geçti ve tuzağa düşerek topçu ateşinin ortasına düştü. Alman taarruzu durdu ve Müttefik kuvvetleri mesafeyi 2 katına çıkardı. 

    Bu tarihten itibaren Ypres'de bulunan Britanya Kuvvetleri ve geri çekilen kuvvetler arasında ki bağlantı koptu. Aslında Ypres'te ki birlikler daha rahat konumdaydı. Çünkü denizden takviye ediliyorlardı ve burada ciddi bir Alman tehdidi yoktu. Alman kuvvetleri geri çekilen Müttefik Kuvvetleri izliyor ve Paris'e doğru yürüyordu.

    Fransızlar ise bu sürede, Kral Albert-I'in direnişi ve Britanya kuvvetlerinin sistemli geri çekilişi ile birlikte Alsace'da ki bölgelerinden çekilmişti. Ayrıca Alman Kuvvetleri, Quentin Muharebesinde ki taktiksel yenilgi ile Fransa-Belçika arasındaki bağlantıyı kopararak Ypres'i kuşatma altına alamadı.

    Böylece Schlieffen planı başarısızlığa uğramıştı. 

    Yine de Almanlar savaşın başında Belçika'nın Ypres bölgesi dışında ki tamamını ve Fransa'nın kuzey/kuzey-doğu bölgesini işgal etmişti. Paris'in 21 km kuzeyine kadar yaklaşmışlardı.

    Alman Genelkurmay'ı için yapılacak tek şey, Marne'ye çekilmiş ve burada toplanmış Müttefik Kuvvetleri'ni yenerek Paris'i almaktı. 

    I. Marne Muharebesi 7-12 Eylül 1914 Tarihlerinde gerçekleşti. Savaşın en kritik muharebelerinden biri oldu. Britanya-Fransız kuvvetlerinin toplam kuvveti 1.075.000, Alman kuvvetlerinin toplam kuvveti 1.500.000'e yakındı. 

    Britanya Ordusu, Marne Nehri'nin güneyinde, müttefik ordusunun sol kanadını oluşturuyordu. Orta ve sağ kanatta Fransız orduları vardı. Almanlar da 3 büyük ordu halinde 3-4 Eylül 1914 Tarihlerinde Marne Nehri'ni geçti. 



Marne Nehri'nin güneyinde, Paris'in 21 km uzağında Alman Ordusu'nu bekleyen Fransız kuvvetleri.


    
    Bir Alman Kolordusu ise Nehri geçmeden, Paris'in kuzeyine yöneldi. Bu kolorduyu, Fransız kolordusu karşıladı.

    Alman Ordusu'nun komutasında General Von Bülow ve General Von Kluck vardı. Britanya Ordusu'nun komutası ise Feld Marshall Sir John French'e aitti.

    Alman kuvvetleri ağır topçu ateşi ve ardından dalgalar halinde Müttefik Orduya taarruza geçtiler. Alman Genelkurmay'ı 3-4 gün içerisinde, Britanya-Fransız kuvvetlerini yarmayı düşünüyordu. Lakin Sir John French sadece 4 gün gibi kısa bir sürede sert bir savunma ağı örmüştü.

    Muharebenin ilk 2 günü denge savaşı olarak gerçekleşti. İki tarafta birbirine üstünlük sağlayamadı.

    8 Eylül sabahı Alman General Von Bülow, bu direnişi kırmak ve doğrudan Paris'e girmek için, komutasında bulunan ordunun sol kanadını, Paris'e doğru kaydırdı. Bu ordunun tam karşısında Britanyalılar bulunuyordu ve Von Bülow'a göre saldırmaları mümkün değildi.


    Sir John French tehlikenin farkına vardı ve Alman Ordusu'nun daha batıya kaymasını fırsat bilerek, Von Bülow'un ve Von Kluck'un birliklerinin tam arasına saldırdı. 2 Alman Ordusu'nun arasında ki mesafe 30 Km'den fazla açıldı ve iletişim neredeyse koptu.




Marne Muharebesi



    

Alman Komuta heyetinde ki General Von Moltke, Müttefik Ordusunun ulaşım imkanlarını kırmak amacıyla 8 Eylül'de bir hava saldırısı başlatmıştı. Bu bir ölçüde başarılı oldu ve demiryolu hattında ciddi yarılmalar oluştu. 

    Bu saldırının akşamında yeni veya güneyden gelen askerleri cepheye göndermekle ile görevli olan Fransız General Joseph Gallieni bir kararname çıkarttı.

    Bu kararnameye göre askerler cepheye gitmek için Paris'te ki tüm taksilere el koyacak ve cepheye gidecekti. O gece tam 650 taksiye el konuldu ve askerler cepheye ulaştırıldı. 

    Aslında taksilerle cepheye varan askerler, cepheye gitmesi gereken askerlerin sadece %3'lük bir kısmıydı (4000+ asker). 

    Fakat bu olay Paris'te, Fransa'da, Britanya'da ve tüm Müttefik Kuvvetler de büyük bir coşku ve beraberlik duygusu oluşturdu. Bu olay tarihe 'Marne Mucizesi' olarak geçti.



Cepheye asker taşıyan taksiler. Cepheye bu taksilerle giden askerlerin 3000'den fazlası savaşın sonuna kadar hayatını kaybetti.


    Cepheye yeni gelen Fransız askerlerinin de desteğiyle, Britanya kuvvetleri Almanları sol kanattan bir kuşatma harekatına girişti. Bu harekat aslında tamamen düşmanı panik havasına sokmak için yapılmış bir hamleydi. Çünkü Britanya-Fransız saldırısında ki toplam kuvvet Von Kluck'un kuvvetlerinin %20'si kadardı. 

    Hamle işe yaramıştı. Birbirleriyle bağlantısı kopan iki Alman komutanların ikisi de 9 Eylül'de geri çekilme emri verdi. Müttefik Kuvvetleri ile 3 günlük vur-kaç çatışmalarının ardından, Almanlar önce Marne'nin kuzeyine sonra da Aisne nehrinin kuzeyine çekildiler. 

    I. Marne Muharebesi savaşın ilk büyük muharebesiydi ve kesin Müttefik zaferi ile sonuçlandı. Müttefik Kuvvetlerinin ölü ve yaralı sayısı 263.000, Almanların ise 256.000 kadardı.

    Marne'de ki zaferin ardından 13 Eylül 1914 Tarihinde Müttefik Ordusu, Aisne Nehri'nin kuzeyinde konuşlanmış Alman Ordusu'na karşı bir taarruz başlattı. 

    Bu taarruzu, Sir John French istemiyordu. Fakat Avusturya-Macaristan Ordusu'nun, Rus Ordusu karşısında ki büyük mağlubiyeti ve geri çekilme ile Marne'de kazanılan zafer Londra ve Paris'te savaşın Noel'e kadar bitirilmesi ve Mihver Devletlerin barışa zorlanması algısını oluşturdu.

    Aisne Muharebesi 28 Eylül'e kadar devam etti. Almanlar çok sert bir direniş gösterdiler ve Müttefik Kuvvetleri defalarca püskürttüler. 

    Bu muharebe sırasında iki ordu da siper kazmaya ve siperlerini daha da güçlü tahkim ettiler. Aisne Muharebesi I. Dünya Savaşı'nın siper savaşına dönüştüğü muharebe oldu. 

    Sir John French, saldırıyı 28 Eylül Tarihinde sonlandırdı ve iki ordu burada 4 yıl sürecek bir siper savaşına başladılar.

    22 Eylül'de bir diğer muharebe Picardy bölgesinde başlamıştı. Fransız ve Alman kuvvetleri 4 gün boyunca birbirlerine üstün gelemediler ve siper savaşına başladılar.

    Fransız kuvvetleri 1-4 Ekim Tarihlerinde Arras'ta başka bir taarruza başladıysa da bu muharebe de siper savaşına döndü.

    13 Ekim 1914 Tarihinde Sir Horrace Smith-Dorrien komutasında ki Britanya kuvvetleri Armentieres mevkinde bir taarruza başladılar. Bu taarruzun amacı, Alman kuvvetlerini bu bölgede yarmak ve Brüksel'e kadar püskürtmekti. Böylece Alman mevkilerinde büyük bir yarılma oluşacak ve ikiye bölünen Alman Ordusu kuşatılacaktı.



Sir Horrace Smith-Dorrien


    Saldırı 19 Ekim'de takviye kuvvetlerle daha da yoğunlaştırıldı fakat Almanlar aynı sertlikte bir direniş gösterdiler. Muharebe 2 Kasım 1914 Tarihinde durduruldu. İki tarafta bu cephe de birbirlerine üstün gelemediler.

    19 Ekim 1914 Tarihinde, Dünya Savaşı'nın en kanlı muharebelerinden olan I. Ypres Muharebesi başladı.

    Ypres, Belçika'nın elinde kalan son topraktı ve Kral Albert burada müttefik kuvvetleriyle birlikte Temmuz'dan beri direniyordu. Almanlar büyük bir saldırı başlatmamışlar ama sürekli tehdit halindeydiler. 

    Ypres Muharebesi iki taraf için de hayati öneme sahipti. Almanlar son Belçika şehrini alıp, Belçika kıyılarını güvence altına alarak Britanya'nın Manş ve çevresindeki deniz üstünlüğünü kırmak istiyordu. Böylece, Britanya anavatanına karşı bir çıkarma harekatı gerçekleştirilebilirdi.

    Birleşik Krallık için ise Almanların bu planını önlemek ve bunun yanında Alman mevzilerini yararak, Almanları tüm cephe boyunca kuşatmak hedefti. 

    Britanya, Fransa ve Belçika Ordusunun toplam kuvveti 4.400.000 kadardı. Alman Ordusunun kuvvetleri ise bu sayıdan 1 Milyon asker daha fazlaydı. Fransız Ordusuna General Joseph Joffre, Britanya Ordusu'na Sir John French ve Belçika Kuvvetleri'ne ise Kral Albert-I komuta ediyordu. Almanların komutası ise Marne ve Aisne'den son değişmişti. Moltke, Von Bülow ve Von Kluck, İmparator Wilhelm tarafından azledilmişler ve başka görevlere atanmışlardı. Alman Ordusu'nun komutasında Erich Von Falkenhayn ve Max Von Fabeck vardı.




General Erich von Falkenhayn


    Fransız kuvvetleri, Ypres şehrinin kuzeyinde, Alman 4. Ordusu'nun saldırısına, Britanya kuvvetleri de Alman 6. Ordusu'nun saldırısına karşılık verdi. Belçika Ordusu'nun küçük bir kısmı şehrin içinde büyük kısmı ise tüm cephe de konuşlandı.
    
    Bu muharebe de ilk defa büyük toplar kullanıldı. İki tarafta hava, deniz ve kara unsurlarını bu muharebe de kullandı. Hava ve deniz üstünlüğü daha savaşın 3. gününde Müttefik Kuvvetlerin tarafındaydı. Almanlar için geriye kalan tek seçenek kara saldırısı ile Müttefik Kuvvetleri Ypres'den atmak ve onları Cherbourg'a kadar püskürtmekti.



I. Ypres Muharebesi


    Alman Topçu ateşinden sonra ilk muharebenin ilk gerçekleştiği yer Langemarck oldu. 21 Ekim'de şehrin kuzeyinden başlayan saldırı, çok sert Belçika-Fransız direnişi ile karşılaştı. Alman kuvvetleri, her bir adım için yüzlerce askerini kaybetti. Von Falkenhayn saldırıyı 7 gün planlamıştı ama sert direniş karşısında 24 Ekim'de durdurdu.

    Diğer bir mevkii, şehrin doğusunda Gheluvelt bölgesiydi. Almanlar 28 Ekim'de, Britanya kuvvetlerine karşı saldırıyı başlattı. İlk iki gün kuzeyde ki gibi sert bir direnişle karşılaşmadılar. Çok yavaşta olsa ilerlediler. Fakat Britanya kuvvetleri ağır kuvvetlerini Zandvoorde bölgesine hazırlamıştı. Ağır toplarını da Alman keşif uçaklarından saklamayı başarmıştı. 30 Ekim'de Almanların menzile girmesiyle başlayan ağır top ateşi ve tahkimli savunma Alman kuvvetlerini durdurdu ve ertesi gün gelen karşı saldırı ile muharebenin başladığı noktaya gelindi. Burada da müttefik kuvvetleri zafer kazanmıştı.

    1 Kasım'da Nonne Bosschen'de başlayan başka Alman saldırısı, Belçika-Fransız kuvvetleri tarafından 9 Kasım'da durduruldu.

    Bu tarihten itibaren iki taraf ta 22 Kasım'a kadar küçük saldırılarla birbirlerini yokladılar ama iki tarafta üstünlük sağlayamadı. 

    I. Ypres Muharebesi 22 Kasım 1914 Tarihinde sona erdi.

    Müttefik Kuvvetlerinin toplam ölü ve yaralı sayısı 58.000'den fazlaydı. Britanya'nın bu kayıplar da ki sayıları; 7.960 ölü, 29.563 yaralı, 17.783 isimsiz ölü ve 2,128 kayıptı. Alman Kuvvetlerinin toplam kayıpları ise 46.765 kadardı.



Kral George ve Kral Albert, I. Ypres Muharebesinden sonra cephede. Kral George savaş sırasında sık sık cephede bulundu.


    I. Ypres Muharebesi'nin sona ermesi ile beraber, bütün devletler savaşın uzun bir süre devam edeceğini anlamıştı. Ypres'ten, Alsace-Lorraine'nin güneyine kadar olan büyük bir cephe çizgisinde siper savaşları başladı. 



I. Ypres Muharebesinden sonra 4 yıl süren Siper Savaşı hattı



    Britanya İmparatorluğu, savaş ekonomisi planlamasını 5 yıla odakladı, asker alımını arttırdı ve kadınların işgücüne alımını 2 katına çıkardı. Savaş posterleri üretimi arttırıldı. Aralık 1914'te, bir savaş kabinesinin kurulması kararlaştırıldı. Kabine, Mayıs 1915'te kurulacaktı. Seferberlik ve uzun bir savaş hali sanattan, bilim dünyasına, spordan, siyasete, halktan, saraya kadar tüm ülkeyi sardı. Savaşın Noel'de bitmeyeceği kesinleştiği gibi artık ne zaman biteceği de meçhuldü. 

    Kraliyet Hükümeti, büyük bir savaşa da hazırlıklıydı. Petrol sıkıntısı olmamakla birlikte, Osmanlı'nın savaşa girmesiyle birlikte bu bölgelerin alınması önemli bir faktördü. Çünkü Romanya'dan petrol nakli imkansızdı. 

    1914 yılı savaşın kaderini belirleyen yıl oldu. Bu savaş daha öncekiler gibi olmayacaktı ve yeni birçok plan ve stratejilerle yürütülecekti.

    Britanya Seferi Kuvvetleri'nin, 1914 yılında ki toplam kaybı 95.654'tü. 

    1914 Noel mesajında Kral George-V ''Savaşın bir an önce zaferle sonuçlanması için, tüm Britanya İmparatorluğu halkını, ülkesini ve şerefini, saldırgan bir işgalciye karşı korumak amacıyla, görevlere davet ediyorum. Şerefli İmparatorluk Ordusu'nun zafer zamanı çok yakındadır'' diyordu.

    1914 Yılı biterken; Britanya, Almanya, Fransa, Rusya, Avusturya-Macaristan ve savaşta ki diğer ülkeler, 24 Aralık 1914 - 10 Ocak 1915 Tarihlerini 'Noel Ateşkesi' ilan etti ve savaş geçici bir süreliğine sustu. 



1914 Noel'inde Alman, Britanyalı ve Fransız askerleri Ateşkes Alanında buluşmaları.


    


 
 Çeviri, Derleyen ve Yazar: Lord Murrays

 Kaynakça:
 http://www.history.com/topics/world-war-i/world-war-i-history
 http://www.worldwar1.com/
 http://www.firstworldwar.com/
 https://www.bl.uk/world-war-one
 http://www.iwm.org.uk/?gclid=CjwKEAjw97K_BRCwmNTK26iM-hMSJABrkNtbQoHJsC0Clv6jfUPCeCzGUuRbo19fWzuQrW1RAG308RoC40rw_wcB
 http://www.bbc.co.uk/history/british/britain_wwone/overview_britain_ww1_01.shtml
 https://www.gov.uk/government/topical-events/first-world-war-centenary
 http://www.parliament.uk/about/living-heritage/transformingsociety/parliament-and-the-first-world-war/
 https://www.sheffield.gov.uk/libraries/archives-and-local-studies/research-guides/world-war-one.html
 https://www.amazon.com/Last-Great-War-British-Society-ebook/dp/B00GA22I5C/
 https://openlibrary.org/books/OL9878334M/Evidence_History_And_The_Great_War
 http://www.nationalarchives.gov.uk/pathways/firstworldwar/index.htm
 https://global.britannica.com/event/World-War-I
 https://openlibrary.org/works/OL4328965W/Bonar_Law
 https://openlibrary.org/works/OL3398398W/The_Great_War_1914-1918

 https://www.ubisoft.com/en-GB/game/valiant-hearts 
 https://www.youtube.com/user/TheGreatWar/featured

    

    
    
    

27 Ekim 2016 Perşembe

Biyografi - Charles Robert Darwin





    Charles Robert Darwin. Britanyalı Doğa Bilimci ve Jeolojist. 

    İnsanın da içinde bulunduğu tüm canlı türlerinin tek (veya birkaç) atadan evrildiğini öne sürmüş ve bilimsel çalışmaları ile bu teorisine deliller sunmuştur. Bugün genel kabul gören 'Evrim Teorisi' düşüncesinin, 'Babası' olmuştur.





    Charles Robert Darwin, 12 Şubat 1809 yılında Shrewsbury, Birleşik Krallık’da doğdu. 6 çocuklu bir ailenin 5. çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Robert Darwin, Annesi Susannah Darwin'di. 

    Anne ve baba tarafı da sıkı bir şekilde Anglikan kilisesine bağlıydılar. Charles Darwin, Kasım 1809'da, Shrewsbury'de ki St.Chad's Kilisesinde vaftiz edildi.

     Darwin oldukça saygın bir aileye sahipti. Annesi de Susannah Darwin, Birleşik Krallık'ta bilinen bir çömlek imalatçısı ve tüccarı olan Josiah Wedgwood'un kızıydı. Babasının babası ise çok ünlü bir doktor Erasmus Darwin'di. Robert Darwin'de babası gibi doktor olmuştu. 

    Charles Darwin toplumda saygı gören bir aile de büyüdü. 



Charles Darwin'in 7-8 yaşında bir portresi


    Fakat Temmuz 1817′de, Darwin’in annesi Susannah Darwin mide kanseri hastalığı sebebiyle hayatını kaybetti.
       
    Darwin, eğitim hayatına ağabeyi Erasmus Alvey Darwin ile birlikte Shrewsbury Okulu'nda başladı. 7 yıl bu okulda yatılı öğrenci olarak eğitim gördüler. 

    1825 yılında babasının tavsiyesi ve isteği doğrultusunda tıp eğitimi almak üzere Edinburgh Üniversitesi'ne kaydoldu. Üniversitedeki ilk dersini Ekim 1825 tarihinde aldı ve üniversiteye yakın, 11 Lothian Sokağı'nda ikamet ediyordu. Kişisel olarak doğa tarihine, at biniciliğine, kolleksiyonerliğe ve avcılığa ilgi duyuyordu. Bu ilgi alanları, ona hayatı boyunca çok fayda sağladı. Haziran 1826'da Dr. Robert Grant ile tanıştı. Dr. Grant onu Jean-Baptiste Lamarck'ın evrim fikirleri ile tanıştırdı. Daha sonra, Grant'in yönlendirmesiyle 10 Kasım 1826'da saygın bir bilim topluluğu olan Plinian Society / Plinian Cemiyeti'ne dahil edildi.



Genç Darwin


    Darwin, tıp eğitimi sırasında, tıbbın kendisi için uygun olmadığını anladı ancak tıp okulunda oldukça fazla öğrenmiş ve ilk bilimsel denemelerini yayınlamaya başlamıştı. Ayrıca tıp öğrenimi sırasında, kadavra inceleme ve hayvan doldurma gibi ilginç bilgilerle tanıştı. Genç yaşında Britanya'nın ve Avrupa'nın saygın doğa tarihi müzeleriyle çalışmaya başladı. Fakat tıp derslerine katılmıyordu ve çalışmıyordu. 

    Yaşadığı bir olay tıp öğretiminden tamamen soğutmuştu: Kral George-IV saltanatı sırasında, yoksul kesimler para kazanmak amacıyla değişik yan işlerle uğraşıyorlardı. Bunlardan biri de ceset kaçırmaydı. Geceleri gizlice mezarları kazıp cesetleri alan insanlar bu cesetleri tıp okullarına satarlardı. Bu 'sektör' daha Kral George-III saltanatında yasaklanmış ve ceset kaçakçıları önce hapis cezalarına, kafi gelmeyince idam cezasıyla cezalandırılmaya başlanmıştı. 

    Darwin'in, Shrewsbury'deki evlerinde ki çalışanlardan birinin oğlu ve Darwin'in yakın arkadaşı olan Jack, geldiği Edinburgh'da limanda çalışmasına ek olarak, ceset kaçakçılığıyla yapmaktaydı. Bir gün bu işi yaparken yakalanan Jack, mahkeme tarafından idam cezasına çarptırıldı ve Edinburgh'ta asılarak idam edildi. İdam sırasında Darwin'de oradaydı ve gördüğü manzara karşısında hem şehirden hemde kadavralardan soğudu. Tıp eğitimini bıraktı.

    Tıbba olan bu ilgisizliğine sinirlenen babası, Darwin’i Cambridge Üniversitesine bağlı bir kilise okulu olan Christ’s College okuluna verdi. Darwin burada teoloji eğitimi alacaktı. 



Dr. Robert Darwin. Döneminde ki birçok Anglikan gibi bilimi, Tanrı ve Kilise'ye kanıt olan bir araç görüyordu.


    Babası Robert, diğer çocukları başarılı şekilde okullarına devam ederken Charles'ın bu ilgisizliğine üzülmekteydi ve bir kere Darwin'e bağırarak ''Sen bu ailenin yüz karasısın. Bütün zamanını o saçma koleksiyonlarınla geçiriyorsun'' dedi. Bu, Darwin'in derinden yaraladı. Lakin Robert Darwin her zaman örnek bir baba olarak çocuklarına derin bir sevgi duymuştu ve Charles'ı da diğerlerinden ayırmıyordu. Robert Darwin'in tek isteği 'Charles'ın bu faydasız koleksiyonlar yerine gerçek hayata uygun bir şekilde yetişmesi'ydi. Charles'da bunu biliyordu ve bu olaya rağmen hayatı boyunca babasını sevdi ve saygı duydu.

    Charles, Christ's College'da teoloji üzerine çalışmaya başladı ve Tanrı’nın nasıl bütün canlıları tek tek ve muhteşem bir şekilde yarattığını inceledi. Charles Darwin, ailesi gibi inançlı bir Anglikan'dı ve Tanrı'yı sorgulamıyordu. 

    Okulda, bir doğa-teolojisti (günümüzde biyoloji profesörü/hocası) olan Sir John Stevens Henslow  ile tanıştı ve bu sayede zooloji ve coğrafyaya olan ilgisi arttı. Sir Henslow ile araları çok iyi oldu. Ders aralarında okulun bahçesinde birlikte dolaşır ve doğa üzerine konuşmalar yaparlardı. 

    Sir Henslow ile özellikle geçmişte yaşamış ancak günümüzde yaşamayan, fosilleşmiş canlıların durumları üzerine tartışmışlardır ve Henslow, Darwin'e, bu türlerin neden Dünya'da bir zamanlar var olup da şimdi var olmadıklarını bir türlü anlayamadığını; ancak mutlaka Kutsal Kitap (İncil) ile uyuşan bir sebebi olması gerektiğini söylemiştir. 

    Charles Darwin, Sir Henslow’dan öğrendikleri ile birlikte, Tanrı’nın doğa kanunlarına müdahalesi sonucu oluşan adaptasyonlar ile ilgili bir yazı yayınladı. 



Sir John Stevens Henslow


    Darwin, 1831 yılında 181 öğrenci arasından 9. sırada okuldan mezun oldu. 

    Aynı yıl jeoloji profesörü olan Adam Segwick ile tanıştı.Darwin oldukça zeki biriydi ve müthiş bir gözlem gücüne sahipti. 1831 yazının başlangıcında Segwick ile birlikte Hollanda topraklarında gemiyle 14 günlük bir seferlere çıktı ve bilimi, bilimin doğduğu yerde, doğanın kendisinde öğrenmeye devam etti. Döndüklerinde ise Galler'e giderek burada jeolojik araştırmalar yaptılar.

    Galler çalışması bittikten sonra Deniz Kaptanı Robert FitzRoy ile tanıştı. Kaptan, HMS Beagle isimli gemisiyle uzun bir sefere çıkacaktı. Amacı ise koy ve körfezleri gezerek ayrıntılı haritalar çıkarmaktı. Kaptan, incelemeler için yanında bir doğabilimcisi arıyordu. Bu sırada Henslow, Darwin'den bu geziye çıkarak İncil'in, "Yaratılış" kısmını 'bilimsel' olarak ispatlamasını istedi. Birebir Kaptan FitzRoy ile konuşarak, bu zeki genci gemisine almasını talep etmiş ve FitzRoy'u ikna etti. 



Koramiral Robert FitzRoy. Charles Darwin'le gezisi sırasında rütbesi Binbaşıydı. Amiral FitzRoy, Darwin ile ömür boyu çok sıkı dost oldu. 1843-145 yılları arasında Yeni Zelanda Valiliği de yapan Amiral FitzRoy, siyasetle ilgilendiği gibi, denizcilik, coğrafya ve biyoloji alanlarında da kitaplar/makaleler yazmıştır.

    Darwin, Yaratılış'ı ispatlayacak ilk kişi olma düşüncesi ve Dünya'yı turlama fikriyle inanılmaz heyecanlandı. Fakat babası Robert bu geziyi gereksiz buldu ve Darwin'in bu geziye çıkmasına izin vermedi. Arabulucu ise Josiah Wedgwood oldu ve Robert Darwin'i ikna etti. HMS Beagle'ın amacı pek çok koy ve körfeze giderek kıyıların haritasını çıkarmaktı.



HMS Beagle Rotası







    HMS Beagle 27 Aralık 1831 Tarihinde denize açıldı.

    Charles Darwin, Dünya’nın pek çok yerini gezerek gözlemler yaptı, canlı örnekleri topladı. Gördüğü ve yaşadığı her şeyi ayrıntılı olarak not aldı. Birçok fikirler oluşturdu. Sık sık makaleler yazarak, ailesine gönderdi. Her ne kadar deniz yolculuğunda zorlansa da oldukça başarılı gözlemler yaptı ve sadece jeoloji konusunda uzman olan biri olarak, biyoloji konusunda da kendini geliştirdi.

    Araştırmalarına deniz kabuklularını, memelileri, omurgalıları ve pek çok hayvan ve bitki takım ve türü dahildi. Gördüğü her şeyden anlamlar çıkarabilecek kadar dikkatli bir gözlemciydi ve çok zekiydi. Kuşlardan deniz kabuklarına kadar pek çok hayvanı ve hayvan türünü inceledi. Bu türlerin, farklı coğrafyalardaki farklı özellikler dikkatini çekti. Darwin ilk defa İmparatorluğun denizaşırı toprağı Cape Town’da, canlıların var olmasının mucize sonucu olduğunu düşünmenin, canlıların çeşitliliğini küçümseyen bir söylem olduğunu yazılarında ifade etti.



HMS Beagle


    Darwin, doğaya açılıp Dünya'nın dört bir tarafını gezerek İncil'de ki 'Yaratılış Mucizesi'ne dair ipuçları aramaya başlayana kadar gerçek anlamda inanan bir Anglikan'dı. HMS Beagle ile yolculuğu tamamlanana kadar da, her ne kadar kafasında teorisinin hipotezleri gelişmeye başladıysa da, sıkı bir Anglikan olarak kaldı. 

    Fakat Darwin, bu geziler sırasında ve sayısız canlı üzerinde yaptığı gözlemlerde, bazı şeyleri fark etti. Darwin'in düşüncesine göre; Canlılar, gerçekten de sadece hayatta kalmak ve üremek için var oluyorlardı. Canlılar, üremelerine ve çevresel koşullara göre, türden türe farklı özellikler kazanabiliyordu. 

    Darwin artık tek bir soru üzerine yoğunlaştı: ''Aynı kuş cinsinin benzer türleri bile, farklı iki adada, nesilden nesile, bu kadar farklı özellikler kazanabiliyorlarsa, günümüzde yaşayan bunca canlı da, daha önceki türlerin birbirinden çevresel ve fiziksel etmenlerden ötürü farklılaşarak oluşmuş olabilirler miydi?''

    Bu soru ve cevabı, hem Darwin'n hem bilimi hemde dünya tarihi değiştirecekti.

    2 yıl sürmesi planlanan araştırma tam 5 yıl sürmüştü ve 2 Ekim 1836′da sona erdi. 

    HMS Beagle’da yaptığı gözlemler, kafasında pek çok yeni fikri doğurdu. Bu fikirleri ifade etmekten çekinse de, inanılmaz bir buluşun eşiğine geldi. Ülkesine döndükten sonra, ilk iş olarak Galapagos adalarındaki kuşların sanıldığının aksine aynı türden değil, farklı türden olduklarını iddia ettiği bir makale yayınladı. 

    Darwin'in bu ilk iddialı makalesine çok sert tepkiler geldi. Klasik görüş; Galapagos adalarındaki kuşların sadece aynı türlerin farklı varyasyonları olduğuydu. 

    Darwin bunun yanlış olduğunu düşünmekten öte, yanlış olduğunu biliyordu.  Darwin, Kırmızı Defter adını verdiği defterinde, Mart 1837'de, ilk defa, 'Bir türün bir başka türe değişebileceği' konusunda, bir makale yazdı. Bu makalesinde meşhur 'Evrim Ağacı'nın basit bir çizimini de ekledi:


    
Darwin'in Evrim Ağacı Orjinal İlk Çizim. 

    Bu noktadan sonra, Darwin’in hayatı değişmeye başladı. Düşünceleri ve teorisi geliştikçe ve kendi gözlemleriyle ve bilimsel bulgularıyla güçlendikçe, canlıların tek tek ve ayrı olarak yaratılmadığı; evrimsel bir süreç içerisinde ayrı ayrı geliştikleri ve bugünkü modern canlıları oluşturdukları konusunda ikna olmaya başladı. 

    Bulgular kusursuzdu ve hipotezi, pek çok bulguyla destekleniyordu. İşte bu, bulguları ve gözlemleri sebebiyle zaten sallantıda olan Hristiyanlık inancını yok etmeye başladı. Tanrı'ya olan inancı ise hala kuvvetliydi. Fakat ona göre artık insanların inandıkları gerçek değildi. Galapagos ve 5 yıllık gezi herşeyi değiştirmişti. Gördü ki, hiçbir canlı, İncil'de anlatıldığı gibi Tanrı tarafından tek tek yaratılmamıştı. Bütün canlılar, daha önceki atalarından, onun kullanmadığı bir kelime ile “evrimleşerek” (evolve), onun kullandığı kelime ile “değişerek” (transmutation) bugünkü hallerini almışlardı.




Galapagos Adaları




    Bu hipotezini güçlendirmek ve kanıtlarla desteklemek için aşırı  çalışmaya başladı. Sonunda, vücudu inanılmaz yoğunluktaki çalışma saatlerine dayanamadı ve Eylül 1837′de kalp sıkıntısı yaşamaya başladı. Doktorlar tüm işlerini bırakması gerektiğini söyledi. Darwin buna şaşırmıştı çünkü "işlerini bırakmak"tan başka herhangi bir tedavi yöntemi bile önermemişlerdi. 

    Bunun esas sebebi ise dönemin doktorlarının çoğunun koyu dindarlar olmasıydı. Kral Charles-II döneminden itibaren tıp okullarının neredeyse tamamı din eğitimi veriyordu yada kilise okulları ile ortaktı. 

    Darwin ve ailesinin yaşadığı kasabadaki doktor da, çevrelerindeki pek çok insanın olduğu gibi Darwin’in çalışmalarından haberdardı ve dinini tehdit ettiğini biliyordu. Bu sebeple, Darwin’i tedavi etmek yerine, tüm işlerini bırakmasını ve sadece dinlenmesini tembihledi. 

    Hastalıkla sürekli iç içe olsa bile Darwin sürekli makale yazmaya  devam etti. Makaleleri, geniş bir bilim çevresinde ciddi ilgi görüyordu. Toplum içerisinde saygın bir yeri olan Darwin, makaleleri ile daha geniş bir çevre de tanındı ve Kraliyet Jeoloji Kuruluna başkan seçildi. 

    Her ne kadar, diğer insanlar tarafından Tanrı’ya karşı olarak değerlendirilen hipotezi gittikçe insanları kendisinden uzaklaştırsa da, bilim çevresinden olan saygın kişiler, Darwin’in fikirlerine arka çıktı. 1837 yılında Londra Jeoloji Cemiyeti'ne birkaç makale sundu ve burada Charles Lyell ile tanıştı ve uzun yıllar sürece sıkı dostlukları başladı. Aynı yıl, doğa bilimci John Gould tarafından Galapagos Adaları'ndaki her bir kuşun, farklı birer tür oldukları tespit edildi ve bu Darwin'e kuramı için harika bir dayanak getirdi. Böylece Temmuz ayında 'Türlerin değişimi' ile ilgili ilk defterine fikirlerini aktarmaya başladı.




Charles Lyell



    Hastalığına rağmen, evinin bahçesine yaptığı kulübesinde, güvercinler üzerinde çalışmalarını hızla sürdürüyordu. Onları birbirleriyle çiftleştiriyordu ve yavrular erişkin hale geldiklerinde bazılarını keserek kemik yapılarındaki değişimleri gözlemliyordu. Günümüzde 'yapay seleksiyon' adı verilen 'evcilleştirme' işlemini de içerisine alan ve Evrim Teorisi’nin en güçlü kanıtlarından biri olarak görülen metot üzerinde çalışıyordu. 

    Mart 1838′de, ilk defa bir 'orangutan' görmek üzere, aldığı bir davetten ötürü bir hayvanat bahçesine gitti. Gözlemleri sonucu orangutanların oldukça insanı davranışlar gösterdiğini ve kendi hipotezi dahilinde insanlarla bir ilişkisi olabileceğini düşündüğünü yazdı.

    Yoğun çalışma saatleri ve gün geçtikçe ailesi ve çevresi tarafından üzerinde kurulan din baskısı, gittikçe zayıflamasına sebep oldu. Elleri şiddetli bir şekilde titremeye başlamıştı, mide sorunları çekiyordu, dayanılmaz baş ağrıları vardı ve kalp sorunları baş gösteriyordu. Hastalığının ne olduğu asla bilinemedi ve tedavisi de bulunamadı. Ancak sık sık nöbetler geçiriyor ve bayılıyordu. Doktorların tek önerisi ise halen 'işlerini bırakması'ydı.

    Eylül 1838 yılında, Thomas Malthus'un 1798 yılında yazdığı Popülasyonların Prensipleri Üzerine Bir Makale isimli makalesini okudu ve Evrim Teorisi'nin temelini oluşturan 'panganez' makalesini yazdı. 

    Kasım 1838′de uzun süredir sevgilisi olan Emma Wedgwood'a  evlenme teklifi etti. İkisi de birbirine aşıktı. Emma Wedgwood koyu bir Anglikandı ve Darwin’in fikirlerini 'Tanrı’ya savaş açmak' olarak görüyor ve desteklemiyordu ancak Darwin’e gerçekten aşıktı. Emma’nın bu kuvvetli inancı, aşklarına engel olmadı. Emma, Darwin'in yoğun çalışmalarının sürdüğü bir dönemde, derin bir üzüntü ve sıkıntıyla 'Darwin'in bu fikirlerinin diğer hayatta birlikte olmalarına engel olacağını düşündüğünü' söylemiştir. 



Emma Wedgwood. Gençliğinden bir portre.


    Ancak Darwin, 1859 yılında Türlerin Kökeni'ni basmadan önce Emma'ya fikrini sormuş ve Emma da, meşhur 'Cehenneme gideceksek birlikte gidelim' cevabını vermiştir. 

    Mayıs 1842′de 'Doğal Seçilim Teorisi' üzerine ilk taslak kitabını bitirdi. Bu sırada kilise, Darwin üzerinde ciddi bir baskı kurmaktalardı. 

    Haziran 1837'de Kraliçe Victoria tahta çıkmış ve onun saltanatı -Victoria Çağı- yükselen bilim ile yükselen muhafazarkarlığın çatışma çağı oldu. Kiliseler ve bilim çevreleri sürekli bir çatışma halindeydi. Saray ve hükümet ise muhafazakar tavrına rağmen her türlü bilimsel gelişmeyi sonuna kadar destekliyordu.

   Darwin çalışmalarından ve taslağından botanistlere ve zoologlara bahsetmekteydi ve olumlu tepkiler almaktaydı. 3 yıllık çalışmasını geliştirerek, Temmuz 1842'de taslağını 230 sayfalık bir makale haline getirdi. Bu sırada kendi ismini vermeden, bazı kitaplar yayınlayarak, 'değişim' fikrini insanlara anlatmaya başlamıştı. 

    Darwin, bir süre sonra hipotezinde “Doğal Seçilim” ile ilgili bir kitap yazmaya başladı. Bu kitap seri halinde yazacağı kitabın ilk serisiydi. Fakat hastalığı ciddileşiyordu ve el titremeleri, kitabını yazmaktan onu alıkoyuyordu. 

    5 çocuk babasıydı ve 2 çocuğu da daha bebekken ölmüştü. Çocuklarının ölümünü ve çok sevdiği kızı Annie’deki ciddi hastalığı, aynı zamanda kuzeni olan eşi Emma ile evliliklerine bağlıyordu ve çok kritik, bilimsel bir hata yapıp yapmadığını sorguluyordu. Bir yandan aklında bu ölümlerin kendisine bir uyarı ya da bir ceza olduğunu düşünüyor, bir yandan da, bir bilim insanına yakışır bir şekilde bu ölümlerin Emma'nın yakın bir akrabası olup olmamasıyla ilgisini sorguluyordu. Belki de tüm çocuklarından daha fazla sevdiği kızı Annie, çok ağır bir şekilde hastaydı ve Mart 1851'de, 10 yaşında, tedavi gördüğü Malvern kasabasında hastalığa yenik düşerek hayatını kaybetti. 

    Bu, Darwin için ağır bir darbe olmuştu ve çalışmalarını ciddi bir şekilde etkiledi. Bu ölüm, Tanrı’ya olan sorgulamalarını arttırdı ve Tanrı’nın varlığı ile ilgili çok daha derin şüpheler duymasına yol açtı. Artık kiliseye gitmeyi bırakmıştı ve Hristiyanlık inancını tamamen yitiriyordu.   

    Darwin bu tarihten Doğal seçim teorisini yayınladığı tarihe kadar sürekli bilimsel araştırmalar yaparak geçirdi. 

    Ekim 1853'de türler üzerine yaptığı çalışmalar sonucunda 'Kraliyet Cemiyet Ödülü'ne layık görüldü. 

    1856′dan itibaren, türlere ve doğal seçilime yönelik olan kitabını, 230 sayfalık makalesini temel alarak yazmaya başladı. Haziran 1858 yılında, Endonezya'da örnekler toplayan ve 2 yılını yağmur ormanlarında geçiren Alfred Russel Wallace'tan bir mektup aldı.



Alfred Russel Wallace

    Mektupta, kendisinden ve çalışmalarından tamamen bağımsız olan bir kişi, yıllardır özveriyle yaptığı araştırmalarını birkaç sayfada ve harika bir şekilde özetlemişti. Bu mektup ile tahmin ettiğinden çok daha az vakti kaldığını anlayan Darwin, Haziran 1858 yılında küçük oğlunu da ateşli bir hastalıktan kaybetmesine rağmen, çalışmaya devam etti.

    Darwin, dinin, insanları bir arada tutan bir bağ olduğuna inanıyordu ve Tanrı gerçek olmasa bile, insanların dinlerinin ve Tanrılarının onlara güç verdiğini düşünüyordu. Teorisi Tanrı fikrinde derin bir yara açacağından dolayı, uzun bir süre yayınlamak istemedi; hatta “Türlerin Kökeni Üzerine” bittiğinde, kararı çok sevdiği karısına bıraktı. Çevresinde hala onu destekleyen arkadaşları hep arkasında durdu ve yayınlaması konusunda Darwin’i cesaretlendirdi. Karısı Emma, Darwin’in 'Tanrı’ya savaş ilan ettiğini' iddia etse ve desteklemese de, teorisini baştan sona okuduğunda fikrini değiştirdi. Kocası Darwin’in kendisine sunduğu seçeneklerden, kitabın basılmasını seçti ve kendi elleriyle, kocasının kitabının basılmasını sağladı.

    Teorisinin Tanrı’yı öldüreceği fikrinden asla hoşlanmadı ve teorisini yayınlamak konusunda çok büyük ikilemler yaşadı; karısıyla defalarca kavga etti, çocuklarından uzun süreler ayrı kalmak zorunda kaldı, en yakın arkadaşları sırt çevirdi ve tanıdık çevresi oldukça daraldı. 

    Darwin, çalışmaları sonucunda ve tedavi olmak için gittiği hidroterapi seansları sayesinde, 'Doğal Seçilim veya Yaşam Mücadelesinde Desteklenen Türlerin Korunması Yoluyla Meydana Gelen Türlerin Kökeni Üzerine' isimli kitabını 22 Kasım 1859 yılında bitirdi ve 24 Kasım'da bastırdı. 



'Türlerin Kökeni' eserinin orjinal ilk baskısı


    Kitabın tüm baskıları, satışa çıkarıldığı gün tükendi. Kitabında kullanmaktan çekindiği 'evrim' kelimesine yer vermedi, daha çok 'değişim' kelimesini kullandı.

    Kitap, bilim dünyasında fırtına kopardı. Kitabın yayınlanmasıyla, insanlar ikiye bölündü. Bir kesim bunun Tanrı'nın kesin kanıtı olduğunu öne sürerken, diğer kesim bunun Tanrı'yı reddettiğini iddia ediyordu. Bilim dünyası, siyaset, saray ve hatta kilise de bile bu iki fikir ortalığı kasıp kavurdu. 

    Aslında bu bölünme, Teori’yi daha da popüler kıldı. Milyonlarca yorum ve eleştiri yağmaya başladı. 

    Ancak Darwin’in hastalığı, tartışmalara girmesine ve fikirlerinin arkasında durmasına engel oluyordu. Yakın arkadaşları ve Darwin’i destekleyen bilim adamları, diğerlerine "Tanrı inancını baltalamak" gibi gelen bu teorinin sonuna kadar arkasında durdular. Darwin'in sıkı dostlarından Thomas Huxley önce Evrim fikrine tam olarak sıcak bakmasa da, Darwin'in bulgularını gözden geçirmesiyle 1 ay gibi kısa bir sürede Dünya'nın gördüğü en sıkı Evrim savunucularından biri haline geldi. 

    Teorile ile ilgili en ateşli tartışma 1960 yılında Oxford'ta gerçekleşti. Düzenlenen 'Oxford Evrim Tartışması'nda, Piskopos Samuel Wilberforce'un konuşması sırasında Huxley'e yönelik bir şekilde söylediği "Merak ediyorum, acaba Bay Huxley anne tarafından mı, yoksa baba tarafından mı maymun?" sözleri evrim karşıtları tarafından günümüze kadar gelen bir 'slogan' oldu. Bu soru üzerine uzun bir süre Kuram'dan bahseden Huxley, konuşmasının sonunda "Bilimsel bir tartışmayı, bu kadar bayağı sözlerle alçaltan bir insanın soyundan gelmektense, bir maymunun soyundan gelmeyi tercih ederim." demesi de evrim yanlılarının sloganı oldu.

    'Türlerin Kökeni' tüm Britanya'ya ve Avrupa'ya yayıldı. Akademi çevrelerinde, üniversitelerde, gazetelerde, siyasette, saraylarda okundu. Hızla halk arasında popüler oldu. Britanya'da kadınların çay saatlerinden, erkeklerin publarda okuduğu bir kitap haline geldi.

    Darwin durmadı. Teorisini destekleyecek pek çok açıya dair kitaplar yazmaya başladı. İnsanın evrimine, cinsel seçilime ve daha bir sürü konuya değindi. Bu yazıları, 19. Yüzyıla göre oldukça ilerisindeydi.

    Fakat hastalığı gün geçtikçe ağırlaşıyordu. Tartışmaları gazetelerden ve bültenlerden takip ediyordu. Evine gelen ziyaretçilerle uzun uzun tartışmalar yapıyordu ama çok nadir zamanlarda evinden uzaklaşabiliyordu. 

    1864 Yılında Kraliyet Cemiyeti'nden, bir madalya daha aldı. Bilim çevrelerinin çoğu kitabı ve Darwin'in teorisini ilk 10 yılda kabul etti.



Charles Darwin 1868 Yılında


    Gerek Anglikan Kilisesi gerek diğer kiliseler ise kitaba ateş püskürdü. Genç teologlardan destek görmesine rağmen kilisenin çoğunluğu tarafından Evrim Teorisi hakarete uğradı ve tartışma konusu bile olmadı. Anglikan Kilisesinin Darwin'e ve Evrim Teorisine bakışı 20. yüzyılda değişecekti. 2008 yılında Darwin'in 200. doğum gününde Kilise, ''Seni anlayamadığımız, yanlış anladığımız ve başkalarına da buna sebep olduğumuz için...'' sözleriyle ilk kez açık bir şekilde özür dileyecekti. 

    Darwin, 1870'li yılları bilimsel makalelerine ve ailesine zaman ayırarak geçirdi ve teorisini destekleyen kanıtlar sürmeye devam etti.

    1881 yılında hastalığı geri döndürülemez bir noktaya ulaşmıştı. Ellerini günlük hayatında kullanabiliyordu ama yazı yazamıyordu. Yazılarını çocukları veya karısına dikte ettiriyordu.

    13 Nisan 1882'de geçirdiği kalp krizinden 6 gün sonra 19 Nisan 1882'de hayatını kaybetti.

    Tanrı inancını korumuş ama Hristiyan inancını yitirmiş olan Charles Robert Darwin, büyük bir cenaze töreni, Westminster Abbey Katedrali'ne, Britanyalı diğer büyük bilim insanları Sir Isaac Newton ve Sir John Herschel'in yakınına gömüldü. 



Charles Robert Darwin'in cenaze törenine ait bir tasvir.


    

    Charles Darwin, fırtınalı yaşamı ve Evrim Teorisi ile sadece Britanya değil tüm dünya tarihinin en önemli figürlerinden birisi oldu. Teorisi bilim, sanat ve siyaset dünyasına yön verdi. Evrim Teorisi bilim çevrelerinde olduğu kadar siyaseti de derinden etkiledi. 

    Bu teoriyi Naziler gibi 'Irk Üstünlüğü'ne dayanak alanlar da oldu, Tanrı'nın varlığının somut kanıtı olduğunu destekleyenler de oldu veya tam tersi de oldu. 

    Darwin günümüzde, Birleşik Krallık'ta ve birçok ülkede çeşitli etkinlikler anılmaktadır. İsmi, birçok canlı türüne, coğrafi alana, okullara, madalyalara verildi. 2001 yılında Britanya'nın en köklü kurumlarından Bank of England / İngiltere Bankası 10 Sterlin'e Charles Darwin'in resmini koydu. 

    Charles Robert Darwin ve Evrim Teorisi, yüzyıllar boyunca tartıştığı/tartışacağı bir isim olarak tarihe geçti.



 
 Çeviri, Hazırlayan ve Yazar: Lord Murrays

 Kaynakça:
 https://global.britannica.com/biography/Charles-Darwin
 http://www.biography.com/people/charles-darwin-9266433
 http://www.aboutdarwin.com/

 http://darwin-online.org.uk/
 http://www.darwinproject.ac.uk/
 http://www.english-heritage.org.uk/visit/places/home-of-charles-darwin-down-house/
 https://www.theguardian.com/science/charles-darwin

 http://www.evrimagaci.org/
 http://www.nytimes.com/learning/general/onthisday/bday/0212.html

 https://discovery.nationalarchives.gov.uk/details/c/F56990
 http://www.biodiversitylibrary.org/collection/darwinlibrary
 https://books.google.com.tr/books?id=C0E03ilhSz4C&printsec=frontcover&dq=isbn:9780674032811&hl=tr&sa=X&ved=0ahUKEwiz38Hd7vvPAhVkLMAKHXXUDq8Q6AEIHTAA#v=onepage&q&f=false